Tarih: 25.06.14
Hatip: Hamburg İslam Merkezi Başkanı Ayetullah Ramazani
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd
Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden
odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık
cennetin anahtarı ve cehennem
ateşine karşı ise
koruyucu siperdir.
Şeriat
konusunda varolan önemli bir
diğer husus ta şudur.
Kanun ve yol anlamına
gelen şeriat, insanın rüşd
ve tekamulünde, bir başka
ifadeyle ahlaki ve
manevi seyrinde ve sülukunda
ne derece bir rol
oynamaktadır? Bu meyanda tabiki
şöyle bir soru
gündeme gelebilir: Şeriat olmadan
insan matlub ve maksud olan
kemala kavuşabilir mi?.
Tabiki bu soru büyük ölçüde insanın
rüşd ve kemaline yüklenen
anlama bağlıdır. Yani kemaldan
maksat nedir? Eğer insanın
saadet ve tekamulü yanlızca dünyevi ve
itibari hususlardan ibaret bilinirse, bu
durumda insanın şeriata ve
ilahi kanunlara bağlılık göstermesine
ve bir çok hususta kendisini sınırlayıp zapt-u rapt
altına almasına gerek yok. Çünkü dünyevi makamlara ve
hoşnutluğa ulaşmanın başka
yolları vardır.
Ayrıca
her renge girmek
isteyen ve her gruptan
görünmeye çalışan bir kimse için ilahi
kanunlara bağlılık zordur. Çünkü
bir çok insan
vardır ki saadeti ve tekamulü
bir makam ve
mevkiye kavuşmakta hülasa
eder ve buna ulaşmak
için şeriatın izin vermediği usül ve vesilelere
başvurup hiç bir
sakıncada görmeyebilir. Örneğin bir kimse belli
bir makam ve mevkiye
varmak için başkalarına iftirada
bulunabilir, yalan konuşabilir
veya dalkavukluk ve yağcılık yapabilir. Halbuki bu
tür davranışların tümü İslam
şeriatı açısından günah ve
hatadır.
Yani insan saadet ve
tekamulü yalnızca dünyevi makam ve menfaatlerin tahsilinde
ararsa, tabiki bunları elde etmek için her türlü girişimde bulunup,
Allah’in halifesi olarak tanımlanan insanın
onur ve haysiyetini
oluşturan tüm fazilet ve erdemleri ayaklar altına alabilir. Amma kendisini Allah’ın yeryüzündeki
halifesi gören ve insani
makamıyla yaratılış hedefi ve hikmetini tüm
dünyevi nimetlerden daha üstün gören ve saadetini
Allahın rızasını tahsil etmekte arayan
bir insan hilafet makamının hakkını eda etmek
için ilim, adalet, merhamet, şefkat, hikmet v.s. güzel sıfatlarla
donanır. Çünkü Kur’an ona
hilafet ve velayet makamı öngörmekte, bu
makama varmak için en
güzel insani, ahlaki ve manevi fazilet ve
erdemlerle donanmak gerek. İnsanın varlığı ve yaratılış hikmetine
bu açıdan yaklaştığımızda yol ve
kanun olarak şeriat
hayatımızın her alanına hakim
olan ve her hususta
bizleri yönlendiren ve hayatın olmazsa olmazı
hükmünü alır. Yani insanca yaşamak ve
insani ideallere doğru yol
almak için bir zaruret ve
gereksinim olur.
Dolayısıyla
bu günkü hutbemizde şeriatın insanın
maddi ve manevi seyr-u süluku ile tekamul ve
saadetinde oynadığı rol
hakkında konuşacağız.
İslam şeriatının
asıl maksatlarından biri, insanın
hayatın her aşamasında kendi
ferdi ve toplumsal sorumluluğunu teşhis
edip, yolun tanınmasında şaşkınlık yaşamaması ve
sergerdanlıktan kurtulmasını sağlamaktır. Şeriatla insanların
yaşamına çeki düzen verilmiş verilmiş ve ahirete
hazırlık yapılmış olur. Bu
vesileyloe insan rüşd ve tekamulünü
yakalamış olur. Dolayısıyla avam ve
havas olarak tüm müslümanlar dünya ve ahiret saadeti için
bir yaşam ve seyr-u süluk yolu
olarak şeriata muhtaçtırlar. Müslümanlar hiç
bir zaman kendilerini şeriattan
mustağni ihtiyaçsız hissedemezler.
Şeriata bağlılık insanın
her yönüyle onur ve saygınlığının
korunmasını beraberinde getirir.
Şöyleki; Allah’a ibadetle ve o’na kul olmakla
canlılık, huzur, sükunet ve
güvenliği yakalamış olur.
Tabiki Allah’a kulluk sürecinde bir takım
sıkıntılar ve zorluklar yaşanmış olabilir, ama müslüman bir
kimse şeriata bağlılığın
kazanımlarından dolayı bu
zorluk ve sıkıntılara katlanır.
Çünkü bir müslüman
Rabb-ul Alemin insanın gerçek saadetinin
nasıl ve ne şekilde temin olunacağını her kesten daha iyi
bilir. Dolayısıyla onun ahkam veya kanun olarak
koyduğu her hüküm veya sunduğu
yaşam yolu kuşkusuz insanı
sahili selamete götürür ve gerçek saadet ve mutluluğa
kavuşturur. Mümin insan Alllah’ın hiç
bir şeye ihtiyacı olmayan mutlak zengin
olduğunu ve hiç kimsenin kulluk
ve ibadetine ihtiyaç
duymadığını buna binaen ibadet ve kulluğun
birey ve toplumun selahı ve felahı
yararına olduğunu çok iyi bilir. İlaveten her
güzel amel ve şer’i
emir ve buyruklara bağlılık
insanın nuraniyeti ve
maneviyatının artmasına
sebep olur. Çünkü Şer’ı amel ve vecibeleri yerine
getirerek kişi Allah’ın yakınlığını tüm
vücuduyla hissetmeye başlar.
İnsan ne
kadar mükemmel bir şekilde
şer’i kanun ve kurallara
bağlılık gösterirse o oranda
ilahi sıfatlar onda kökleşmeye
başlar. İnsan iyi ve güzel sıfatlarla kendisini
donattığında, vaadedilen makamı
mahmuda ulaşmış olur. Nıtekim ayeti kerimede
makamı mahmud hakkında şöyle denilmiştir. “ Gecenin
bir miktarında da, sana mahsus bir fazlalık olarak, ibadet için
uykudan kalk, olur ki Rabbin
seni beğenilen bir makama
ulaştırır.” İsra 79 Peygamber
her yönüyle örnek bir
kişilik olduğundan dolayı Allah O’na
gecenin bir kısmını
ibadetle ihya edip teheccüd namazını
ona farz kılmıştır. Her ilahi
vecibe insanı yüce ve ülvi
makamlara ulaştıracak
niteliklere haiz bulunmaktadır.
Şeriatın bir diğer özelliğide
İnsanı hem maddi yönüyle ve hem de
manevi yönüyle eğitmektir. Şer’i hükümlere
bağlılıkla insanın bütü kuvveleri insaniyet ve fazilet yönünde işler. Kur’an
Allah’ın insana vesvese
veren ve doğru yoldan
saptıran hususlara agah olduğunu ve
bu vesveseleri kontrol
etmenin tek yolunun ilahi kanun ve kurallara
bağlılık olduğunu apaçık bir dille ifade etmektedir.
“Gerçekten biz insanı yarattık ve nefsinin ona
yaptığı vesveseyi biliyoruz. Biz
ona, şah damarından daha yakınız.”
Kaf 16
Eğer
tüm ilahi ahkam
ve kanunlar ayrıntılı bir şekilde ele
alınıp incelenir ve adab ile
esrarı anlaşılmış olursa, hakikata ulaşmanın
tek yolunun ilahi emir
ve yasaklara bağlılıktan geçtiği gün ışığına
çıkmış olur. Şu da bir
gerçektir ki; insanın manevi ve
ruhani makamı yükseldikçe şeriata
olan ihtiyacı da artmış olur. Yani kişi
manevi bir makama ulaştığında artık
şeriata ve ahkama
bağlılığa ihtiyacı kalmaz şeklindeki yaklaşım bir evhamdan öteye bir
şey değildir. Gerçek Rabbani
alimler, fahihler, arifler ve
hekimler ilim, hikmet, fıkıh ve irfanları artığı oranda
kendilerini ilahi ahkama ve
şeriata daha fazla muhtaç
hissetmekteler. Çünkü şeriata
ve ilahi ahkama
aykırı herhangi bir
yanlışlıkları ve doğrudan sapmaları milyonların sapmasına neden olur.
Nitekim konuyla ilgili
olarak bir hadislerinde
Resulü Ekrem şöyle buyurmaktadır. “ Alim
bozulduğunda alem bozulur”
Bir alim
şer’i hükümlere bağlılık
göstermediğinde sapar ve başkalarını da saptırır.
İnsanlar
hangi makam ve mevkide
olurlarsa olsunlar, tekamul
yolunda klavuz olarak şeriata
muhtaçtırlar. Şeriat
tekamule zemineyi hazırlar.
Şeriata Peygamberler ve imamlarda
muhtaçtırlar. Resulü Ekrem
Allah nezdinde sahip
olduğu en üstün mertebeye rağmen
herkesten daha fazla
şer’i ahkama bağlılık gösterip herkesten daha fazla ibadet ve münacatta
bulunuyor ve sürekli olarak
şu duayı tekrarlıyordu.
“ Seni hakkıyla
tanıyamadık ve sana hakkıyla ibadet edemedik’’