Tarih: 02.05.14
Hatip: Hamburg İslam Merkezi Başkanı Ayetullah  Ramazani
 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden
odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin  munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya,  Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık 
cennetin anahtarı ve cehennem 
ateşine  karşı  ise 
koruyucu  siperdir

 

Önceki  hutbelerimizde,   Şeriatın 
tüm  varlığın  yaratıcısı 
olan ve  varlıkların  zarar ve menfaatını    herkesten 
daha  iyi  bilen 
Hakim   ve  Kadir 
olan   Alklah tarafından  konulduğunu 
söylemiştik. Bunun için  Hakim
Allah  insanların  faydasına 
olan  şeyleri  insanlara 
emretmiş çirkin ve  kötü  olan 
şeylerden de  insanları
alıkoymuştur. Ayrıca   emir ve  buyruklarına 
boyun eğenleri  mükafatlandıracağını
ve  aksı 
hareket edenlerin de 
yaptıklarının  karşılığını  göreceklerini   vaad 
etmiştir. Yüce  Allah  her 
kesin  neye  layık ve 
mustahak  olduğunu  herkesten 
daha  iyi  bilir. İnsanlara, amel ve   liyakatine 
göre   mükafat  verir ve 
karşılığın  verilmesinde  adalete 
hakkıyla  riayet  eder. Hiç 
kimse  hakkından  mahrum 
kalmaz. Bu  mümtaz  sıfatlara  
haiz  olan  ve 
her  yönüyle  mükemmel 
olan Rabb-ul Aleminin 
insanlara  iğrenç veya  kötü ve 
zararlı  olan şeyleri  emretmiş 
olması  asla ve  kat’a 
düşünülemez. Bu bağlamda  bir  diğer 
hususu  daha  hatırlatmak 
gerekir  ki  o da 
şudur:  Allah sorumluluğu  yüklenme 
gücü  ve  şartlarına 
haız  olan   kimseleri 
yükümlü ve  mükellef  kılmaktadır. 
Bu  şartlarda   sırasıyla 
şunlardır:

 a      
Akıl:  mükellef  olan ve 
yükümlü  kılınan kimsenin  akıllı 
olması lazım. Deli  için  sorumluluk 
yoktur. Tabiki  İslam  dininde 
delinin de haklarını teminat 
altına alan ve  yaşamına  çeki 
düzen  veren  şer’i 
kanunlar  mevcut  bulunmaktadır.

b      
Hayat:  Hayatta  olan 
insanlar  için yükümlülük  söz 
konusudur. 

c      
Güç: İnsanlar  güç  ve 
kuvvetleri  nisbetinde  sorumludurlar. İnsanın gücünü  aşan 
bir  sorumluluk    mevzubahis değildir.

d     
İlim: Kişi  sorumluluğu ve  yükümlülüğü 
hakkkında  bilgi  sahibi 
olmalıdır. Bir  iş  ve 
amelin  yapılması  için 
gerekli  olan  ön 
hazırlıkları  yapmış  olmalı. Yani 
ya  gerekli  olan bilgiyi 
tahsil  etmiş  olmalı veya 
gerekli olan  araç ve  gerece 
sahip  bulunmalı.

 

Yükümlülük ve  görev   hiç bir 
kötülük ve  bozgunculuk
taşımamalı. Yani  kötülük ve  şer 
içeren  bir  şey yükümlülük ve  görev 
olarak addedilmemelidir. Bunun için Yüce 
Allahın  koyduğu  kanunlarda 
kötülük,  çirkinlik,  şer 
ve  fesat   olmaz. Şeriatın bütün ahkamı  insanların 
maslahat ve  yararı  içindir. 
Tabiki yükümlülük  hususu  yükümlü 
olan  kişi  tarafından 
daha  önce   bilinmiş ve 
tanınmış  olmalı. Bir  başka 
ifadeyle mükellef  yükümlü  kılındığı hususun tüm erkan, şart ve  tafsilatını 
bilmelidir. Aksi  takdirde  böylesi 
bir   yükümlülük anlamsız ve  geçersizdir. Örneğin  mükellef 
Ramazan  bayramı  gelmeden önce 
bayram  günü  oruç 
tutmanın  haram  olduğunu 
bilmelidir. Çünkü  teşri ve  yasamadan önce  insanları 
hata ve günahlarından  dolayı  hesaba 
çekmek  doğru   değildir.[1]
1

 

İlahi kanun ve  kurallarda
mevcut  bulunan  bir  diğer  husus ta şudur:   Yükümlü kılnan kimsenin  buna güç yettirmiş  olması 
lazım.  Bir  başka  ifadeyle 
yükümlülük  mükellefin  gücünü aşmamalı. Yani  yapılmasına 
güç  yettirilemiyen  bir  
yükümlülük  mevzubahis
değildir.  İlmi  dilde  
teklifi  ma la  yutaq gücü  aşan 
yükümlülük   söz  konusu değildir.

 Mükellefin yükümlülüğü ile  ilgili
bir  diğer  husus 
ta  şudur: Mükellefin  yaptığı işte 
ya   fayda  olmalı veya 
işin  kendisi güzel olmalı, eğer  bu 
iyi   ve  faydalı 
işi  yapmak gerekli  ise 
bu  takdirde  bu  iş  vacıp 
olur. Amma  eğer  yapılan 
faydalı  işin kesinkes  yapılması 
gerekli  değil  ise buna 
mustahap  denilir.

 Eğer  mükellef  zararı 
olan bir  işi terk etmeliyse,
o  işi 
yapması  haramdır. Çünkü  bireye veya topluma   zararı 
vardır.  Ama  bir 
amel ve  davranışın eğer  zarar 
ve fesadı  yüzde  yüz 
açık  ve  net 
değilse ve bunu terk etmek için kesin  
ve sarih  bir  emir 
yok  ise, bu tür  amel ve 
davranışlar  mekruh  kategorisine 
girmektedir.  Kısacası  yükümlülüğün 
ya  bir  fayda 
temin etmiş  olması veya  bir 
zarardan  uzaklaştırmış  olması lazım. 
Tercihe  şayan  bir 
durumun  olmadan  bir 
yükümlülük  boş ve  anlamsızdır 
ve  böylesi  bir 
yükümlülük  İslamda  yoktur.

 Anlattıklarımızdan elde  ettiğimiz  sonuç 
şudur: İlahi  kanun ve  kurallarda 
kesin  olarak  sayısız 
fayda ve maslahat  vardır. Yararı
ve  maslahatı  olmayan hiç 
bir  kanun ve  kural sözkonusu değildir. Tabiki  maslahat 
bazen  bir  şeyi 
yapmakta veya bir amel ve 
eylemi  terketmektedir.
Örneğin  kumar  oynamak  
beraberinde  bir  çok zararı 
getirir. Maslahat  bu  çirkin 
işi  terketmektedir. Çünkü  bunda 
zarar ve  fesat  vardır.

 

Yükümlülüğün  tüm şartları tahlil
edildiğinde şu  önemli  sonuca 
varmış  oluyoruz: İslam kanun,
şeriat ve   yükümlülük dinidir. Bu  dinin 
kanunlarıyla  amel etmek
insani  hayatın  hakikatını 
teminat altına  alır. Bir  başka 
ifadeyle  ilahi  kanunlar 
insanca  yaşamak    ve görevi 
doğru  bir  şekilde yerine  getirmek için 
Allah tarafından  insanlara  yapılan 
lutüf ve  ihsanlardır…

 


     
[1] Ebul Hasan Şarani, Keşful Muradın 
şerh ve  tercumesi s 457

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment