Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun.
Bizi doğru yola hidayet eden odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin  munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya,  Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile   mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.

 Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık 
cennetin anahtarı ve cehennem 
ateşine  karşı  ise 
koruyucu  siperdir.

Daha  önceki  hutbelerimizde  İslam 
kanunlarının  fayda ve  zarar esasına 
göre  teşri edildiğini  söylemiş ve 
bu   meyanda  insanoğlunun bazı mukellefiyet ve  sorumluluklarına  da değinmiştik. Ayrıca  bir 
başka  taksimatta  kimlerin 
mükellef  kılındığını ve   sorumluluğun 
bireyselmi   toplumsal  mı 
olduğunu   anlatmaya  çalıştık.

a – Bireysel 
sorumluluk:  Bireysel  
sorumluluktan  maksat,  yeryüzünün 
üstün  varlığı  olan 
insanın  bir  takım 
kanun ve  kurallara  bağlılık 
göstermesidir.  Yani namaz  kılmak, 
oruç  tutmak, başkalarına  yardım etmek ve   diğer 
insanların ve  mahlukların  haklarına 
saygı  göstermek  gibi 
bir  takım    işleri 
yapmak, içki  içmekten.  Zulüm  yapmaktan, 
kumar  oynamak ve  faiz 
almaktan  kaçınmak  gibi 
bir  takım   hususlarla 
mükellef  kılınmıştır.
Yapılmasını  saydığımız  hususlar 
sürekli  olarak vacip  ve 
terkedilmesi  gereken  hususlar da 
sürekli  olarak haram  kılınmıştır. İnsana  hür 
iradesini kullanarak kötülüklere ve 
harama  bulaşmasına  izin verilmemiştir. Bununla  birlikte 
eğer   insan  kötülük ve 
haram  yolunu  seçerse isyan etmiş  ve  ilk
etapta  tabiki  kendisine 
zulüm  etmiş  sayılır.

b -Toplumsal 
sorumluluk:
Toplumsal  sorumluluk,  sosyal ve 
toplumsal  boyutu olan  işlere 
şamildir. Toplum 
bireylerinin  bir  takım 
termayul ve arzularına teveccühle, 
insanlar  bir  takım 
görev ve  yükümlülüklerle sorumlu  kılınmıştır. Örneğin eğer  bir 
insan tek  başına   yer 
küresinin  herhangi  bir 
yerinde  yaşamını   sürdürebilmiş  olsaydı, istediği  yerde 
yaşayabilir  ve  hiç 
bir  kısıtlama  ve 
sınırlamayla  karşı  karşıya 
kalmıyacaktı. Ancak her yer 
ve  mekanın  başkaları 
tarafından kullanılması ve kontrol edilmesi  mümkün olduğunda durum değişiyor. Çünkü  artık 
kişi tek  başına  değildir. 
Gitmek   istediği  yer 
başkasının mülkü  ve  kontrolünde 
olduğu  için  izin alması gerek. Yani  malikin 
izni  olmadan giriş  yapması 
caiz  değildir. İzinsiz  olarak 
başkasının  mülküne   giren 
gasıp  olarak  telakki edilecektir. Öte yandan  başkalarıyla 
teamullerimizde ve 
ilişkişlerimizde de  bir  takım  ahkam
ve yükümlülüklerle  karşı  karşıya 
kalmaktayız.  Bu  ahkam ve 
yükümlülükleri  her  kes 
iyi  tanımalı ve   kendi  
vazifesini   en güzel  bir  şekilde 
yerine  getirmeye  çaba 
göstermelidir. Sosyal ve 
toplumsal  hususlarla  ilgli 
bu  ahkama veya  kurallara 
ilmi  dilde   “ Ahkam-ül  İctimaiye” denir.  Bunlar 
İslam da  oldukça  çoktur. 
Toplumda  kaos  ve 
anarşi olmaması  için, şari bir  takım 
kanun ve  kurallar    koymuştur. Bu  kanunlarla 
amel edildiğinde her  kes  kendi 
hakkı ve  hukukuna  kavuşmuş 
olur.

Aslında bu  taksimat insanın  kendisi ve 
yaşadığı  toplum ve  yaşam 
çevresiyle  olan  ilişkilerine 
çeki  düzen  verir. İnsana 
sunduğu  ölçü ve  kriterlerle 
doğruyu  yanlıştan  ayırt 
etme  gücünü   kazandırmış 
olur. Şeriata  böylesi  bir 
yaklaşımla  teveccüh  ettiğmizde, 
İslamın  kişinin kendisi,  toplumu, yaşam  çevresi ve 
Rabbi   ile  olan 
ilişkilerini  düzene   sokan ve 
yanlış ilişikileri  tashih
eden    kapsamlı ve  kuşatıcı 
kanunlar ve  kurallar
koyduğunu   görmüş  olacağız. İnsanlar  bu 
kanun mecmuasıyla 
yaşamlarında  karşılaştıkları  sorunlar 
kolayca  çözer ve bunları  uygulamakla 
yaratılş   hedeflerine  doğru  
sağlam ve  muhkem  adımlarla 
illerleyip  tekamullerini  yakalamış 
olurlar.

Konuyla  ilgili ayetleri  mutalaa 
ettiğimizde, insanın  hangi  makam ve 
mevkide  olursa  olsun 
bir takım vazife ve yükümlülüklerinin 
bulunduğunu anlamış  olacağız.
Bu  insanın  gerek 
inanç ve  gerekse  amel ve 
ahlakta  şaşkınlık  yaşamamsı ve sergerdan  olmaması 
içindir. Tabiki  bu  kanunların 
bir  dizi  katı 
ve  kuru  kararlar 
olmadığını anlamak  için  bu  kanunların    felsefesini ve  insan 
fıtratı ve  beklentileriyle  ne  
kadar  uyumlu  olduğunu, 
tahmili  olmadığını araştırıp  analiz 
etmek  gerek.  Konuyla 
ilgili  olarak  bir  
ayeti  kerimede  Yüce 
Mevla  şöyle  buyurmamaktadır. “Muhakkak ki  biz  insanlar
adaleti  uygulasın diye peygamberlerimizi
açık  delillerle  gönderdik ve 
beraberlerinde kıtabı ve   ölçüyü
indirdik.”   Burada “liyequme”
ifadesi “liyuqim”  yerine  kullanılmıştır. Birinci  kavramda 
herhangi  bir  zorlama veya 
mecbur  kılma  anlamı 
yoktur.  Yani  insanlar fıtrata  uygun 
olan ve  insanların saadetini  temin eden 
kanunları  tanıdıklarında  kendiliğinden 
bunları  uygulamaya  kalkışacaklardır. “ liyuqim”  kelimesinde 
ise  bir  nevi 
mecburiyet yatmaktadır. Bu ifadenin 
kullanılmaması,  ilahi  kanun ve 
kuralların  insan  fıtrat ve 
tabiatına  mutabık  olduğu ve hakkıyla  tanındığında 
her  kesin  onunla 
amel edeceği dolaylı da  olsa  ifade edilmektedir.

Bir  başka  ayeti 
kerimede  ise  Yüce 
Allah  şöyle   buyurmaktadır.  “ Hak 
arayışıyla  dine  yönel” ayetin devamında  şöyle 
deniliyor: “İnsanların 
üzerine  yaratılmış  olduğu 
fıtrat  ile’’

Bütün şer’i  kanunlar  insan 
tabiatı ve  fıtratına uygun  olarak teşri 
edilmişlerdir. İlahi  fırtatın
da  değişmediği  kesindir. Allah’ın yaratılışında  değişiklik 
yoktur. Bütün  insanlarda
müşterek  olarak  mevcut 
bulunmaktalar.  Tüm  ilahi 
kanunlarda  bu  hususa 
dikkat   etmek ve  ondan gaflet 
etmemek  gerek.  Bu ayetlere 
istinaden  tüm ilahi  kanunların 
fıtri  olduğunu  ıspatlamak 
mümkündür. Rahman  suresinde  defalarca 
tekrarlanan “Öyleyse Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalan
sayabilirsiniz” ayeti  de  bu 
hakikata  ışık tutmaktadır.
Bu  ayetin defalarca  tekrarlanması, bize şu  muhimmi 
hatırlatmaktadır: Her nimeti   tanıyın,  şükrünü 
eda edin.  Şurası  da  gün  ışığı 
gibi  açıktır  ki, 
varlık  nimetinden sonra  Allah’ın 
bizlere  en  büyük 
bağışı  ve  nimeti ilahi 
kanun ve  kurallar ve  bu vesileyle 
elde edilen  hidayettir. Bu  kanunlar 
öylesine  büyük  bir 
önem arzediyor ki  Allah  bunların yorumu ve  uygulanması 
için  sayısızca peygamber ve  hüccet 
göndermiştir. Bu  kanunların
doğru  yorum ve  uygulanması, 
sıratı  mustakimdir.

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment