Hatip: Hamburg İslam Merkezi Başkanı Ayetullah
Ramazani
Tarih: 11.04.14
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Yüce Rabbi olan Allah’a olsun. Bizi doğru yola hidayet eden
odur. Eğer O’nun hidayeti olmasaydı doğru yola gelmiyecektik.
Ona iman ediyoruz. Ona güveniyoruz, Ona tevekkül ediyoruz, Ona
ibadet ediyor ve Ondan yardım ve medet
talebinde bulunuyoruz. Salat ve selam ise kalblerimizin mahbubu,
nefislerimizin munisi, günahlarımızın şefaatçısı ve hastalıklarımızın tabibi sevgili Peygamberimiz
Hatemul Enbiya, Rahmetenlilalemin Hz.
Muhammed Mustafa ile risaletinin ve ilminin varisi ve
sünnetinin muhafızı olan mutahhar Ehl-i Beyti ile mucadele
ve dava arakadaşlarından seçkin Ashabının üzerine olsun.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ise tüm
müslümanların ve bilhassa burada hazır bulunan muhterem
bacılar ve değerli kardeşlerin üzerine olsun.
Başta kendi nefsim
olmak üzere hepinizi İlahi takvaya, Allah’ın emirlerine sarılmaya
ve yasaklarından ise kaçınmaya davet ediyorum.
Takva en iyi azık
cennetin anahtarı ve cehennem
ateşine karşı ise
koruyucu siperdir.
Geçen
haftaki hutbemizde Şeriatın
felsefesi ve ilahi kanunların
hikmeti hakkında özetle şu açıklamada
bulunmuştuk. Yüce Allah, Hakim ve Kadiri mutlaktır. O kendi
kullarını belli bir hedef
ve maksat için
yaratmıştır. O hedefe kavuşmaları
için peygamberler vasıtasıyla
gidilmesi gereken yolu
da göstermiştir. İsteyenin özgür
iradesiyle bu yolda adım atıp ilahi
lütüf, mükafat ve
tazime kavuşması için
tüm imkanları insanın
hizmetine sunmuştur.
Şurası
da gün ışığı
gibi açık ve aşikardır ki; mükellefiyet ve şeriat
olmaksızın sözü geçen büyük ilahi
lütüf ve ikrama
mazhar olmak mümkün
olamaz. Teşri kanun koyma
felsefesi her insan
tarafından anlaşılması ve savunulması
mümkün olan bedihi
bir durumdur. Her kes kendi
sorumluluğunu sağlıklı bir şekilde teşhis edip
yerine getirerek hem yolun
seçimini doğru yapmış,
hem kendisini mesut ve
bahtiyar kılmış ve hem de
ilahi mükafatı haketmiş olur. Öte
yandan ilahi sorumluluk
konusunda tavır takınan ve inandığı halde
tembellik yaparak bunu yerine
getirmekten sakınan kimseler de olabilir.
Tabiki
bu tür insanların
Allah’ın özel lütüf, ikram
ve mükafatını beklememeleri gerek.
Bu
açıdan bakıldığında şeriat ve
ilahi kanunların tüm
insanlar için bir nimet ve minnet
olduğu anlaşılmış olacaktır. Dolayısıyla rüşd ve
kemalini yakalamak isteyen
kimse için aslında şer’i kanun ve kurallar teali ve yücelme
basamakları hükmünü taşımaktadır. İnsanlar hangi
makam ve mevkide olurlarsa
olsunlar bu basamaklara ihtiyaç
duymaktalar. İnsanın rüşdü ve
kemalı ne kadar artarsa
o oranda bu şer’i
hükümlere yani yücelme
basamaklarına ihtiyacı da artmış
olur. Aksi takdirde çöküşe
mahkum olup tekamül
yolunu kendine kapatmış
olur.
Bunun
için bütün ilahi kanunlar insanların gerçek yaşamı
için öngörülmüştür. Bütün bu
kanunlarda insanın yarar ve zararı
mülahaza edilmiştir. Buna binaen
İslam kelamı açısından şeriat; insanların
ilahi ikram ve mükafata mazhar olmaları
için bir vesile
kılınmıştır. Ahlak açısından
da şeriat; İnsanın
ilahi buruklara uyarak temiz
sıfat ve erdemlerle
donanması için öngörülmüştür. Bunun
için oruç ile
ilgili Bakara suresinin 183.
Ayeti kerimesinde, orucun vazedilmiş
olmasının asıl hedeflerinden birisi de insanda
tüm erdem ve faziletlerin
kaynağı olan takvanın
güçlü kılınmasıdır.
“Ey İman edenler! Allah’tan korkup
sakınmanız için sizden
öncekilere farz kılındığı gibi
oruç sizlere de farz
kılındı. Umulur ki takvalı olursunuz.”
Bir başka ifadeyle
ahlakın kaynağı ve başı olan
takvanın takviyesi için
oruç farz kılındı. İrfani açıdan da orucun farziyetinin
hikmeti ise insanın Allah’a yaklaşması ve
Allah’ın celal ve
cemaline bir ayna olmasıdır.
Sosyolojik ve toplumsal açıdan da
şeriat ve ilahi kanunların
hikmeti şudur: İlahi kanunların
uygulanmasıyla anarşi ve kaosun
önü alınmış ve
adalete dayalı bir
hukuki ve sosyal
sistem kurulmuş olur. Çünkü yaşamın devamı ve
insanoğlunun ihtiyaçlarının bertaraf edilmesi toplumsal hayatın devam ve bekasına
bağlıdır. Toplumsal hayatın da,
kaynağı ilahi olan
kanun ve kurallara ihtiyaç
duyduğu gün ışığı
gibi aşikardır. Çünkü
ilahi kanunlarda insan
hayatının gerek maddi ve
gerekse maddi alanlardaki
ihtiyaç ve talepleri nazarı
itibara alınmıştır. Bir başka
ifadeyle ilahi kanunların
en önemli özelliği insanın dünya
ve ahiret saadetini,
toplumsal adaleti temin etmenın ve
takvayı sağlamanın yanı sıra
hayatın farklı alanları
arasında bir uyum ve
koordinasyon oluşturmasıdır.
Yanlızca vahiy kaynaklı ilahi kanunlarda
insan varlığının tüm boyutları ve
tüm ihtiyaçlarıyla yarar ve
zararları mülahaza edilmiştir.
Bu husus
yani insanın ihtiyaçlarının göz
önüne alınması, ilahi kanunlarda ki
derli toplu şekliye
diğer kanunlarda mevcut
bulunmamaktadır. Toplumlar
yasamalarında kanun koymada
ilahi kanunlardan yararlandıp
esinlendikleri oranda sözü
edilen husus kendisini
göstermektedir. Bu takdirde kanunlar, insanoğlunun gerçek
ihtiyaçlarının bir kısmına
cevap verebilir.
Bazı
İslam bilginleri şeriatın ve ilahi
kanunların ve şartlarının varlığı
ve hikmeti vücüdu
hakkında şöyle diyorlar: İnsan tabiatı itibarıyla
sosyal bir varlıktır ve
sosyal bir yaşama sahiptir. Tabiki toplumsal
yaşamda düzene varmak ve kaostan ve
anarşiden uzak durmak
ve aynı zamanda insanın
gerçek ihtiyaç ve taleplerine cevap verecek
kanun ve kurallara ihtiyaç vardır. Öte
yandan kanunların, toplum fertlerinin
manevi hayatı ve
terbiyesi üzerinde olumlu
etkiler bırakmış olması lazım.
Munasip programlamanın yapılıp
sağlıklı bir şekilde
uygulamaya konulmasıyla insani
eğilim ve içgüdüsel istek ve
temayüller kontrol edilmiş
olur. Ayrıca insan hayatıyla ilgili
kanun metni ulvi ve
yüce bir metin
olmalı ve insanı
gayrı maddi hakikatlere
yöneltmelidir. Bir başka ifadeyle
kanun metni adalet, merhamet ve özveri ruhunu taşımalı. Ayrıca kanun
maddelerinin uygulanmasını teşvik eden veya uyaran
beşaret ve uyarıların da
sürece eşlik etmesi lazım.
Kanun hem dünyevi
mueyyideler ve
cezalandırmaları öngörmeli
ve hem de ahiretteki
sevap ve mükafattan
bahsetmelidir.1
Merhum
Khace Nesiruddin Tusi, ahkamın ve
sorumlulukların konmasının felsefesi ve
hikmeti ile ilgili
kısa ve veciz
bir beyanında şöyle diyor: İnsanın bazı sorumluluklarla yükümlü
kılınmış olmasının sebebi ve nedeni insanı kötülüklerden alı koymaktır.
Şeriat
ve ilahi kanunun
uygulanmadığı bir toplumda
insanlar, akli ve mantıksal hiç
bir yorumu olmadığı
halde bir çok
şeyi yapmakta kendilerini
özgür ve azad göreceklerdir. Her türlü
iğrenç ve çirkin işin yapılmasıyla sonuçlanacak
olan bu tür sınırsız özgürlük, kesinlikle insanoğlunu
sahip olduğu yüce makamdan aşağıya çekecek ve
onu çöküşe sürükleyecektir. Bir başka
ifadeyle insanı şehevi
arzular ile nefsani
ihtiraslara esir kılacaktır.
İmanın esaslarına bağlılık göstermeyen
böylesi insanlar sınır
tanımamazlığa ve her
şeyi meşru ve mubah
görmeye eğilim göstereceklerdir.
___________________________________________________________________________
1-Bu açıklama Muhakkık Allame
Tusiye aittir. O şöyle diyor: İnsan türü hemcinslerinin işbirliğine
ihtiyaç duymaktadır. Allame Hilli de Keşf-ul Murad adlı
kitabının 298. Sayfasında
konuyla ilgili olarak şöyle
buyurmaktadır: İnsan türü
karşılıklı işbirliğine muhtaçtır. Bu işbirliği de, uygulaması insanı düşünceye,
zühde ve ulvi emir ve
durumlara sevkeden ve adaletin şekillenmesine ortam
hazırlayan uyarılara dikkat
çeken kanun ve programlama
gerektirmektedir.
Bu
açıdan şeriat ve
ilahi kanunlar caydırıcıdır ve insanın kötülüklere
meyletmesini engeller. Şer’i kanunların
sahih ve sağlıklı bir
şekilde uygulanmasıyla
toplum terbiye edilmiş
olur. Sürekli temrin ve telaş
ile ferdi ve manevi adalet
sağlanmış olur. Tabiki fertler adil
olduklarında toplumsal
adaletin tahakkukuna da ortam
hazırlanmış ve toplum
ilahi insani değerlere
doğru bir seyir almış
olur.