Yazar: Mehdi AKSU

Allah’ın adıyla
1- Dini öğretileri ve hükümleri öğrenmek için en önemli kaynak
olan Kuran’ı devre dışı bırakmak ahbarilik yönteminde şekillenen en büyük
tehlikedir. Kuran Müslümanların yazılmış en asıl ve Allah resulünden kesin bir
şekilde sudur ve tüm Müslümanlar tarafından kabul görülen tek kaynaktır. Kuranı
kerimin kendisi kendini bir hidayet kitabı olarak tanımlıyor. Ayetleri “beyan”
ve “mübin” şeklinde nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu Kuran ,
insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet
ve bir öğüttür”. Ali İmran 138 “Biz sana bu kitabı indirdik
ki her şeyin hakikatini aydınlatsın ve Müslümanlar için hidayet, rahmet ve
müjde kaynağı olsun”.   Nahl, 89 Bir diğer önemli nokta ise
şudur; Kuran insanları Kuran’ın ayetlerinde tefekkür ve tedebbür etmeye davet
ediyor: “Acaba münafıklar kuranı tedebbür etmiyorlar mı? Yoksa
kalplerin üzerinde kilitler mi var?”. Muhammed 249 Hatta Kuran
insanları münazaraya tahaddiye davet ediyor. Tahaddi ve münazaraya davet
etmek Kuranın anlaşılması ve diğer metinlerle mukayese edilmesi mümkün ve kolay
olduğu surette anlamlı olabilir. Diğer taraftan hadislerin Kuran’a sunulmasını
ve hadis metinlerini Kuran metni, ruhu ve ayetleriyle tartılmasını vurgulayan
birçok rivayette Kuranın anlaşılır ve anlaşılması mümkün olan bir kitap olduğuna
delalet eden bir diğer delildir. Zira eğer Kuranın anlaşılması mümkün olmamış
olsaydı hadislerin kurana sunulması anlamsız ve faydasız olacaktır.

2- Akıl; bilgi edinme kaynağı veya ayet ve rivayetlerin maksadını anlama
yoludur. Ahbariler kıyası nehyeden rivayetlere dayanarak tüm alanlardan şeri
ve gayri şer’i olan tüm itibaratları ve hangi unvanla olursa olsun bilgi
edinme kaynağı veya bilgi edinme yöntemi aklı etkisiz hale getirmeye
çalışmışlardır. Oysa Kuran ve Ehlibeyt rivayetlerinde akıla ve önemine çok
vurgular yapılmıştır. Akillerin siyresinden alınan taklit makul bir yöntemdir
ve uzman olmayan kimselerin uzman olan kimselere müracaat etmesi anlamındadır.
Bu yöntem ukelanın yöntemiyle uyum içindedir. Eğer âlim olmayan bir kimsenin
âlim olan bir kimseye müracaat etmesi nehyedilirse, o zaman şu anlam tahakkuk
bulacaktır ki tüm insanlar “usul-i ameliye’ye” müracaat ederek kendi şer’i
ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaları gerekmektedir. Bu hiçbir zaman tahakkuk
bulmuş bir şey değildir ve normal şartlarda da tahakkuk bulması imkânsızdır.

3- Ahbarilerin icma hakkındaki görüş ve anlayışları doğru ve kabul
görülmektedir. Müçtehitlerde ona muhalif değildirler. Hakikatte onlar icamayı
masumların sözlerinin karşısında yer alacak şekilde hüccet kabul etmezler.
Bilakis onlar imamın kendisinin de icmanın içinde olduğu veya âlimlerin sözleri
masumların sözünden alındığı noktasında hüccet saymışlardır.

4- Rivayetler veya kütübi arba’a’daki rivayetler kesin masumdan gelmiştir
şeklindeki iddia doğru değildir.  Bu söz makul değildir ve ispatlanması da
imkânsızdır. Hadisler bağlamında yapılan dörtlü taksimi sahih, müvessak, hasan
ve zayıf muteber ve muteber olmayan hadisler şeklinde iki kısma
indirgeyebiliyoruz.

5- Bütün bireylerin vasıtasız bir şekilde imamlara taklit etmeleri
imkânsızdır. Zira gerekli öncül ve mukaddimeler mevcut değildir. Vasıtayla
yapılan taklitte cahilin âlime müracaat etmesi anlamındadır ki inkâr edilemez.

6- Ahbarilik görüşünden dolayı onların Ehlibeyt imamlarının bazı hadislerine
karşı dar görüşlülüğü ve donukluğu söz konusu olmuştur. Örneğin bir hadiste
şöyle nakledilmiştir; “Müslümanlar ile müşriklerin farkı başa bırakılan
sarığın kıvrımının çene altından sarkıtılmasıdır.” Men la Yehzuruh-ül
Fakih, c.1, s.266 Ahbarilerden bir grubu bu ve benzeri hadislerden yola
çıkarak sarığın daima çene altından sarkıtılması gerektiğini savunmuşlardır.
Zira hadisin metninde bu şekilde emrolunmuştur. Dolayısıyla bu konuda görüş
bildirmek, içtihat etmek yasak ve bir nevi başıboşluktur. Oysa Molla Muhsin Feyzi
Kaşani içtihadı kabul etmemesine rağmen “el-Vafi” de içtihat babından hadis
hakkında şöyle demiştir; Eskiden müşrikler sarığın kıvrımını yukarıdan
bağlıyorlardı ve bu onların şiarıydı. Birisi bu şekilde yaptığı zaman, bunun
anlamı ben sizdenim anlamında algılanıyordu. Bu hadis o şiara karşı mücadele
etmeyi ve o şiara uymamayı emrediyor. Ancak bu gün o şiar yok olmuştur.
Böylelikle bu hadis için artık bir mevzu söz konusu değildir. Murtaza
Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.745

         Vehid Behbehani’den şöyle
dediği nakledilmiştir; Bir zaman Şevval ayının hilali tevatür ile bana sabit
oldu. Zira birçok insan yanıma gelerek hilali gördüklerini bana söylediler. Bu
vesile ile bana yakin hasıl oldu ve ben fıtır bayramına hüküm verdim.
Ahbarilerden bir tanesi bana şöyle bir itirazda bulundu; Senin kendin hilali
görmedin ve kesin adil oldukları bilinen kişilerde şahitlik etmediler, öyleyse
neden fıtır bayramına hüküm verdin? Ben şu cevabı verdim; Haber tevatürdür ve
tevatürden bana yakin hasıl oldu. O şöyle dedi; Tevatürün hüccet olduğu hangi
hadiste yer almıştır. Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar, c.20, s.172

         Yine Vehid Behbehani şöyle
diyor; Ahbariler o kadar dar görüşlüdürler ki, mesela bir hasta Ehlibeyt
imamlarından birisinin yanına gitmiş olsa ve imam da o hastaya soğuk su iç diye
buyurmuş olsa; ahbariler dünyadaki bütün hastalara iyileşmeleri için soğuk su
içmelerini söyleyeceklerdir. Bu emrin her kes için değil de sadece o hasta
hakkında olduğunu asla düşünmezler.

         Tarihte bazı ahbarilerin
ölünün kefenine şu şekilde şahadeteyni yazmalarını emrettikleri çok yaygındır.
“İsmail yeşhedu en la ilahe illallah…” Yani İsmail Allah’dan başka ilahın
olmadığına şehadet eder… Ölünün kefenine şahadeteyni yazarken neden “İsmail”
ismi yazılmalıdır sorusunda, ahbariler; çünkü imam Cafer Sadık aleyhisselam
oğlu İsmail’in kefenine bu şekilde yazmıştır cevabını vermişlerdir. Bu grup
ahbariler imam Cafer Sadık’ın aleyhisselam oğlunun adı İsmail olduğu için
İsmail adını yazdığını düşünmemişlerdir. Eğer Hasan adında birisi ölmüş olsa
neden onun kefenine kendi ismini değil de İsmail ismini yazılmış olsun. Bu grup
ahbariler bu tarz düşüncelerin içtihat olduğunu, akıla dayandığını söylemekte
ve kendilerinin taabbud ve teslim ehli olduklarını, kendi taraflarından görüş
belirtemeyeceklerini dile getirmektedirler. Murtaza Mutaharri, Mecmueyi Asar,
c.20, s.172

         Yine ahbarilerden bazıları
Ehlibeyt imamlarının giymiş oldukları elbiselerin dışında elbise giymenin haram
olduğunu söylemişlerdir. Ama Şeyh Yusuf Behrani’nin görüşüne göre bu mutlak
cehalettir. Medğali İlmi Fıkh, Rıza İslami, s. 339

         Ahbaricilik her ne kadar
gelişen ve ilerleyen bir hareket değil ve bugün şer’i hükümleri istinbat etmek
için sahih bir mektep olarak kabul edilmiyorsa, onun Şia camiasında etkili
olmadığını da söyleyemeyiz. Bu anlayış yaklaşık iki asır kendi çalışmalarını
devam ettirdi ve bazı menfi ve müspet etkilerini kendinden sonra Şia camiasına
miras bıraktı. Ahbariliğin bazı menfi etkileri şunlardır; Radikal çıkışları, tek
yönlü hareket etmeleri, Kuran bağlamında tedebbürün bırakılması, fikirsel
donukluk, yenilicilikten sakınma ve yeniliciliğe karşı gelme, tedebbür,
tefekkür ve içtihada karşı duyarsız kalma gibi şeyler ahbariciliğin geride
bıraktığı menfi kalıntılarıdır.

         Diğer taraftan nakli
öğretilere yönelmek, bilgi edinme kaynağı unvanıyla olağan üstü bir şekilde
hadise yönelmeleri, çok geniş çapta hadise bakmaları, hadis metinlerinde
tedebbür ve tefekkür etme, Şii muhaddislerden yeni bir nesil yetiştirmek ve buna
benzer şeylerde bu grubun Şia camiasına yapmış olduğu hizmetlerin bir kısımdır.
Bu hizmet tek başına dini emirlerine cevap verecek konumda olmasa bile Şia
camiasında kendilerinden sonra bırakmış oldukları güzel bir mirastır.

         Ahbariler ılımlı ve radikal
olarak iki gruba ayrılmışlardır. İki gruba ayrılmalarının sebebi onların usuli
görüş tarafında olanlar hakkında yaklaşımlarından ve söylemlerinden
kaynaklanmaktadır. Ahbarilerden bazıları usuliler ve görüşleri hakkında ılımlı
yolu izlerken bazıları da radikal yaklaşım ve açıklamalarda bulunmuşlardır.

         Radikal Ahbariler: Hicri on
birinci asırda ahbariliğin yeni bir tarzda ortaya çıkmasını sağlayan ve
ahbariliğin önderi olarak bilinen Muhammed Emin Esterabadi bu radikal grubun
başını çekenlerdendir. Sonrakiler, onun ahbarilik görüşünün müessisi unvanında
Şia müçtehitlerine usuliler hakarek ve suçlama kapısını açan ve Şialığı
ahbarilik ve usulilik olarak iki gruba ayıran ilk kişi olduğunu
söylemektedirler. Muhammed Ali Keşmiri, Nücum-üs Sema, s.41-Muhammed
Tenkabuni, Kısas-ül Ulema, s.321

         Esterabadi önceleri
müçtehitler çizgisindeydi. Üstatlarından içtihat icazeti aldı ve bir müddet
onların yolundan gitti. Ancak kısa bir zaman sonra üstatlarının tarzından
ayrıldı ve müçtehitlerin aksine bir yol tuttu ve müçtehitlere muhalefeti
başlattı. Muhammed Emin Esterabadi öğretilerini en önemli eseri olan “Fevaid-ül
Medeniyye” adlı eserinde yazmış ve onun görüşlerinin tamamını içeren bu eser
ahbarilerin kaynağı olarak da kabul görmektedir.

         Radikal ve mutaassıp
ahbarilerden bir diğeri de hicri on birinci asırda yaşayan “Münyet-ül
Mümarisin” kitabının yazarı Abdullah b. Salih b. Cuma Semahici’dir. O
müçtehitlere çok fazla hakaret etmek ile tanınıyordu. Şeyh Yusuf Behrani onun
hakkında şöyle diyor; O içtihat ehline çok küfür ediyordu, oysa babası molla
Salih içtihat ehlinden olup ahbarileri tenkit ediyordu. Lulu-ül Bahreyn, s.98

         Ebu Ahmed Cemaluddin
Muhammed, Mirza Muhammed Ahbari diye tanınan Muhaddisi Nişaburi Esterabadi d.
hicri 1232 diğer radikal ve mutaassıp ahbarilerdendir. Onlar, Mirza Ebul Kasım
Kummi, Şeyh Cafer Necefi Kaşiful Gita, Mir seyyid Ali Tabatabai, Seyyid
Muhammed Bakır Hüccet-ül İslam İsfehani ve Muhammed İbrahim Kalbasi gibi Şia
içerisinde tanınmış olan usuli müçtehitlerden çirkin kelimelerle söz ediyorlar
ve onlara karşı açıkça düşmanlık ediyorlardı. Mirza Muhammed usul alimlerine
karşı açık bir şekilde hem söylemlerinde ve hem de yazılarında muhalefet
etmekten asla vazgeçmiyordu. Ravzat-ül Cennat, c.7, s.127

         Ilımlı Ahbariler: Şia
alimleri arasında Esterabadi’nin yöntemini benimseyen ve ahbarilik çizgisinde
olan büyük fakihleri de görmek mümkündür. Onlar ahbari olmalarına rağmen çok
mutedildiler ve radikal, mutaasıp ahbarilerin söylemleri ve eylemlerinden
tamamen uzaktılar. Onlardan bazıları usulilik ve ahbariliği beraber, yan yana
değerlendirerek eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Şeyh Yusuf Behrani, seyyid
Nimetullah Cezairi Şüşteri, Feyzi Kaşani, Muhammed Taki Meclisi, Muhammed Bakır
Meclisi, Molla Halil b. Gazi Kazvini, Muhammed Tahir Kummi, Şeyh Hürr Amuli
mutedil olanlardandır.

         Dikkat edilecek olunursa
usulilerin tamamı ve ahbarilerin kahır çoğunluğu bu mektebin büyük, seçkin
fakiheri ve muhaddisleridirler. Ahbariler içerisinde “el-Kâfi”nin sahibi merhum
Kuleyniler, Şeyh Saduklar gibi seçkin ve büyük muhaddisleri görmekteyiz. Bu
büyük şahsiyetler Ehlibeyt imamlarının huzur dönemlerine yakın olduklarından
dolayı hadisleri elde etme konusunda birçok avantajlara sahiptiler. 
Ehlibeytin huzur döneminden çok uzaklaştığımız bugünde ahbarilik düşüncesini
benimsemek, taklidi reddetmek, müçtehitleri dışlamak hatta yer yer müçtehitlere
hakaret etmek ya saflıktan olur ya genele muhalefet et taraftar topla ruhundan
kaynaklanır veya gizli ellerin bir oyunu olmuş olur. Şunu asla unutmamalıyız ki
bugün ahbariliği savunan, içtihadı ve taklidi reddeden birisinin en azından
merhum Kuleyni, şeyh Saduk kadar hadis konusunda uzman ve bu konuya en az onlar
kadar vakıf ve hâkim olması gerekmektedir. Havzada üç-beş yıl dil dersi,
yüzeysel ahkâm ve akaid dersi almak ile ahbari olunmaz, ahbarilik savunulmaz,
taklit ve içtihat reddedilmez. Üç beş yıl yüzeysel eğitim görenler
bunları yaparlarsa bunun üç sebebi olabilir;

1- Genele muhalefet ederek, genelin aksini konuşarak farklı
söylemler ve düşünceler neticesinde etraflarına bir kitleyi toplamak ve
onlardan nemalanmak. Çünkü “genele muhalefet et taraftar topla” deyimi meşhur
bir deyimdir

2- Farkında olmadan veya farkında olarak mektep mensuplarının
birliğini kendilerine kâbus olarak gören gizli ellerin oyunlarına, çirkef
planlarına alet olmak ve onların bir dişlisi haline gelmek.

3- Cehalet,
cehalet, cehalet…

Selam ve Dua ile…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Post comment